Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel, Bahçeşehir Üniversitesi’nin global hedefleri ve Türkiye’de eğitim ihracatı konusunda Turkish Time Dergisi’ne konuştu..
Eğitim ihracatında Türkiye’nin en büyüğü Bahçeşehir Üniversitesi’nin Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel 2023’te 500 bin yabancı öğrenci hedefinin hayal olmadığını söylüyor. Bugün Türkiye’de 110 bin yabancı öğrenci öğrenim görüyor. On yıl önce bu rakam 50 bin bile değildi. Her yabancı öğrenci yılda 40 bin dolar döviz bırakıyor. 500 bin öğrenci yılda 20 milyar dolar döviz geliri demek.
Bahçeşehir Üniversitesi, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin En Büyük Büyük 500 Hizmet İhracatçı Firması listesinde eğitim alanında birinci oldu. Bunda, üniversitenin kuruluşundan beri uluslararasılaşma hedefiyle hareket etmesinin payı büyük. Enver Yücel, büyük hedefler koyuyor… ”
Hizmet sektöründe ihracatın ödüllendirilmesi ilk kez yapılıyor. Bu araştırma eğitimden sağlığa kadar hizmet sektörünün birçok alanını kapsıyor. Eğitimde ihracat ödülü bize verildi. Her şeyden önce eğitimde ihracat, eğitimde ticaret mantığı-, eğitime satılabilir bir şey olarak yaklaşma mantığı, felsefesi, ülkemiz için çok önemli bir gelişmedir. Türkiye’de eğitim denince akla üretilmeyen, satın alınmayan bir kavram geliyordu. Ben, bu sektörde uzun zamandır faaliyet gösteren bir kişi olarak her zaman şunu söylemişimdir: Eğitim üretilir, alınır, satılır. Eğitim budur. Bu anlayış şimdi Türkiye’de konuşulmaya başlandı. Eğitim ekonomisi, eğitimle ekonomi arasındaki ilişkiler gibi kavramlar konuşulmaya başlandı. Biz Bahçeşehir Üniversitesi’ni 18 yıl önce kurduk. Dünyada yüksek öğrenime, üniversitelere yön veren trendleri iyi okuyabildiğimizi zannediyorum. Bu kapsamda Amerika’nın iyi üniversitelerini kendimize örnek seçtik, seçmeye de çalışıyoruz. “Uluslararası bir üniversite olacağız” hedefiyle yola çıktık. Bizim en büyük amacımız, dünya vatandaşlığını, uluslararasılaşmayı sağlamak. Öğrenciler görsün, dünya piyasalarına baksın, dünyanın diğer ülkelerinin merkez bankalarını incelesin, Avrupa’daki gelişmeleri araştırsın istiyoruz. Diğer yandan dünyada yüksek öğrenim için dolaşan öğrenci sayısının her geçen gün arttığını da görüyoruz. Eğer bu rakam bugün 100 ise 2020’lerde 200 olacaktır. Öğrencilerin göç hareketinde çok hızlı bir artış var. Dünyayı tanımak, farklı yerleri görmek, eğitimlerini sadece bir kampüs içinde değil, çeşitli yerlerde alabilmek istiyorlar. Avrupa Birliği’nin Erasmus projesi bunun en büyük örneklerinden biri olarak gösterilebilir. AB, çok kültürlülüğü olmazsa olmaz belirleyip öğrencileri hiç değilse Avrupa içinde dolaştırmayı bir hedef olarak seçti. Biz de üniversitenin kuruluşundan beri, “Biz uluslararası olacağız, öğrencilerimizi dünyanın çeşitli yerlerine göndereceğiz, kültürler arası diyalogu anlayan bireyler yetiştireceğiz” anlayışıyla çalıştık. Aynı zamanda dünyanın her bölgesinden öğrenciyi buraya çekmek için seferber olduk. Yaklaşık on beş yıldır bir ihracatçı gibi dünyada öğrenci hareketlerinin olduğu yerlerde fuarlara katıldık, dünyanın çeşitli yerlerindeki liselere gidip Türkiye’yi, üniversitemizi tanıttık, “Bize gelin, bizde okuyun” dedik. Bütün dünya biliyor ki, Afrika gelecekte önemli bir bölge olacak. Biz Afrika’nın her bölgesinden de öğrenciler alıp buraya çektik. Başlangıçta onlara bursu daha fazla verdik. Şimdi görüyorum ki, bu bölgelerden daha fazla öğrenci geliyor. Sonuç itibarıyla biz yabancı öğren cinin ülkemize gelmesi gerektiğini düşündük. Bugün Türkiye’de 110 bin yabancı öğrenci öğrenim görüyor. On yıl önce bu rakam 50 bin bile değildi. Ama 110 bin sayısı da az. Bizim 2023’lerde hedefimiz, 500 bin öğrenci olmalı.
Tabii ki ulaşılabilir. Sayın Başbakan da zaten, “Hedefiniz 500 bin öğrenci olsun” dedi. Büyük, küçümsenmeyecek bir hedeftir ama pekala ula şılabilir. Fakat bununla ilgili bütün üniversiteleri mizin çalışması lazım. Üniversitemizin uluslararası camiada tanınmasını sağlamak için çalışan bir birim var. Yurtdışmda ofislerimiz var. Bu çalışmalarla biz üç yıldır, her yıl bin öğrenciyi geti rebilir duruma geldik. Şu anda Bahçeşehir Üniversitesi’nde 104 ülkeden 3 bin yabancı öğrenci öğrenim görüyor. Önümüzdeki yıl zannediyorum ki, 4 bin yabancı öğrencimiz olur. Ekonomistlerin yaptığı hesaba göre bir öğrenci, öğrenim gördüğü ülkeye yılda 40 bin dolar döviz bırakıyor. Bunun içinde eğitim, yurt, ev, seyahat gibi masrafları var. Bunu 3 binle çarptığınızda sadece Bahçeşehir Üniversitesi’nin 120 milyon dolarlık ihracat yapmış sayılacağını görürsünüz. Biz öğrenciden 8 bin dolar alıyoruz. Demek ki Bahçeşehir Üniversitesi yabancı öğrencilere yılda 24 milyon dolarlık satış yapıyor. Bu, işin ekonomik boyutu. Diğer taraftan biz dünyanın 104 ülkesinden gelen öğrencilere kendi kültürümüzü, kendi değerlerimizi anlatma fırsatı buluyoruz. Öğrenci beş sene burada kalıyor. Türkçeyi de öğreniyor. Bu açıdan da çok önemli. Bir başka boyut, Türk öğrencilerin yabancılarla kurduğu iletişim. Dostlukları, ilişkileri, Bahçeşehir’i tam bir üniversite vasfına taşıyor. Vakıf üniversiteleri arasında en fazla yabancı öğrencisi olan biziz. Ama diğer üniversiteler de artık yabancı öğrenci getirmek için çalışmaya başladı. Devlet üniversiteleri de yapmalı. 2023’te 500 bin yabancı öğrenci hedefine ulaşmalıyız. 500 bini 40 bin dolarla çarptığınızda, o dönemde yabancı öğrencilerin Türkiye ekonomisine nasıl büyük bir katkı yapacağını görmüş olursunuz. On beş-yirmi sene önce böyle bir gelir kaynağı hiç yoktu.
Türkiye çok farklı bir coğrafi konumda bulunan bir ülke. Dünya ülkeleri, büyüyen Türkiye ekonomisinden bir pay almak için de öğrencisini ülkemize gönderiyor. Türkiye’nin mazisi binlerce yıl önceye dayanıyor. Sadece iş olarak bakıldığında bile Türkiye’nin öğrenilmesi lazım. Biz mesela Türkiye’de, gelecekteki iş olanaklarından faydalanmak için yükselen piyasalara bakalım, diyoruz. Çince, Rusça öğrenmelerini, o ülkelere girmelerini istiyoruz. Türkiyede aynı konumda bulunuyor. Buraya bu nedenle herkes gelmek istiyor. Gelecekte Türkiye’yle nasıl işler yapabilirim, diye düşünerek buraya geliyorlar. Mesela Amerika’dan bizim 60 öğrencimiz var. Amerika’da irili ufaklı 4 bin üniversite var-, Amerikalı öğrenci sizin üniversitenizi tercih edip okumak için Türkiye’ye geliyor. Türkiye aslında yabancı öğrenci konusunda geç kaldı. Daha önce başlasaydık daha farklı olabilirdi.
15 yıl önce başladık. Başlangıçta yabancı öğrenci sayısı küçüktü; sonra arttı. Geçen yıl, terör korkusuyla bu sayının düşebileceğini düşündük ama düşmedi Gelecek yıl da düşmemesi için canla başla çalışıyoruz.
Bir ihracatçı ne teşvik alıyorsa, biz de almalıyız. Bizim getirdiğimiz öğrenci belli, kazandırdığımız döviz belli; teşvik edilmeliyiz. Çünkü bizim ihracatımızın ithalat kısmı yok. Her şey burada üretiliyor. Bir lira bile ithalat yapmıyoruz. Sanayide bazı sektörlerde ihracatın yüzde 70-80’i ithalata dayanıyor. Yabancı öğrenciler bu ülkelerde önemli bir ekonomi sağlıyorlar. İngiltere, Amerika eğitim ihracatını yüzlerce yıl önce başlatmış.
Yurtdışında bazı tanıtım faaliyetlerinin giderlerinin bir kısmını devlet veriyor. Bizim kazandırdığımız döviz kapsamında çalışanıma verdiğim vergiyle ilgili bir indirim yapılmalı. Bunu hep teklif ediyorum. Çalışanın gelir vergisi düşürülebilir, diye düşünüyorum. Bir de yabancı öğrencilerin Türkiye’ye gelmesi konusundaki bazı kısıtlayıcı uygulamaların kalkması lazım.
Mesela biz tıp fakültesine 35 öğrenciden fazla alamıyoruz. Toplam 70 öğrenci alıyorsanız, yarısını geçemiyorsunuz. Mimarlıkta ve başka bölümlerde de aynı kısıtlamalar var. Bu kısıtlamalar olmamalı, kaç yabancı öğrenci alınacağına üniversiteler karar vermeli, diye düşünüyoruz. Üniversitenin imkanı varsa alır, yoksa almaz. Biz 500 bin yabancı öğrenciye ancak böyle ulaşabiliriz.
Biraz önce belirttiğim gibi hedeflerimizden biri uluslararasılaşmaktı. Bu kapsamda öğrencilerimizi yurtdışına göndermeyi hedefledik. Amerikan üniversitelerine baktığınızda, onların dünyada, 50, 100 yıl önce merkezler, hatta üniversiteler kurduğunu görürüz. Örneğin Cornell Üniversitesi’nin mimarlık bölümü öğrencileri, eğitimlerinin bir yılını Roma’da geçirmek zorundalar. New York Üniversitesi’nin keza Berlin’de merkezi var. Bizim Bahçeşehir-Uğur Eğitim Kurumlan olarak geçmişimiz 49 yıla uzanıyor. Biz. bu tecrübeyle dünyaya açılma, uluslararası rekabete girme kararı aldık.
Türkiye’nin eğitimdeki markasının Bahçeşehir olması sevdasıyla önce Washington’da bir dil okulu açtık. Öğrencilerimize “Yabancı dilini istersen Türkiye’de, istersen Amerika’da öğren” dedik. Ücrette herhangi bir farklılık uygulamadık. Biz yaklaşık 15 yıldır bunu zaten yapıyoruz. Daha sonra Toronto’da bir dil okulu açtık. Onun ardından Washington’daki dil okulunu üniversiteye dönüştürmek istedik. Ye Beyaz Saray’a yakın, mülkü bize ait olan bir yerde, BAU International Washington DC adıyla bir üniversite açtık. Bu, yeni bir üniversite. Öğrenc i getirme izinlerini bile henüz 5-6 ay önce aldık. Bu üniversitenin oradaki üniversitelerle yarışmasını istiyoruz. Ayrıca eğer Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerinin öğrenim gördüğü bölümlerin orada karşılığı varsa, bir yıl öğrenim görsünler istiyoruz.
Şimdi Bahçeşehir öğrencileri bir dönem veya bazen bir ay burada öğrenim görebiliyor. Bundan sonra Berlin’de bir üniversite daha açtık. Bu da Alman üniversitesi. Sonra Gürcistan’da tıpla ilgili bir üniversite kurduk. Hong Kong ve Roma’da da birer merkezimiz var; bunlar üniversite değil merkez. Önümüzdeki yıl Kıbrıs’ta da bir üniversite açacağız. Artık öğrencimize “Kampüste kalma, başka ülkelere git” diyoruz. Örneğin eğer mimarlıkta okuyorsa, “Git, bir yılını Berlin’de geçir” diyoruz. Ve biz bu imkanı öğrencilere ücrette herhangi bir farklılık olmaksızın sunuyoruz. İşte evrensel dünya kültürüyle iç içe yapıyı ancak böyle kurabiliriz. Öğrencilerimiz şimdi Amerika’da başlayıp, Almanya’da devam edip diplomayı İstanbul’da alabilir. Bu çift diploma da olabilir, hatta belki ilk kez, üç üniversiteden üç diploma da alabilirler. Bizim MBA alanında da, öğrencilerin dünyanın farklı merkezlerini dolaştığı global bir programımız var. Öğrenci gezsin, dolaşsın, dünyanın farklı kurumlarım incelesin, istiyoruz.
Bu sistemi Bahçeşehir Üniversitesi keşfetmedi, Amerika’da uzun bir dönemdir uygulanan bir sistem. Örneğin North Western Üniversitesi, CO-OP sisteminin yüzüncü yılını kutladı. Orada sistem buradan ileri. Öğrenciler üniversiteden ayrılıp bir sene özel sektörde çalıştıktan sonra geri dönebiliyorlar. Biz bir dönem gönderiyoruz. Bini aşkın şirket ve 300’ü aşkın uluslararası şirketle işbirliğimiz var. Öğrencilerin çalışmak istediği bir alan varsa, şirkete gidip, kendisini anlatıyor; kabul alırsa çalışıyor. Şirketler bu öğrencileri beğenirse daha sonra kadrolarına alıyor.
Öğrenciler eğitimini aldığı alanı fiiliyatta görüyor; kendisine uygunluk derecesini inceliyor. CO-OP’a katılan öğrencilerin iş bulma oranı yüzde 98. Bu öğrenciler ya işlerini bulmuşlar ya da işlerini kurmuşlar. Markalı dersler konusu ise CO-OP sisteminin dışında. Türkiye’nin prestijli kurumlarma ders açmalarını önerdik. Örneğin Mercedes-Benz, kendi ismiyle açtığı derste mühendislik fakültesi öğrencilerine eğitim veriyor. Bunun gibi 60 dersimiz var. Sektör üniversitenin içine geliyor ve kendisiyle ilgili bilgi veriyor. Öğrencilerini bu derslerden seçen firmalar bile var. Üniversitelerin artık uygulamanın bizzat içinde olması lazım. Amerika’da büyük firmalara baktığınızda üniversiteleşmek istediklerini, üniversitelerin de şirketleşmek istediğini görürsünüz.
Örneğin Stanford Üniversitesi’nin mezun ettiği pırıl pırıl gençler Facebook’a, Google’a gidiyor. Stanford şimdi, “Bu öğrencileri neden kaybediyorum?” düşüncesiyle şirketleşiyor. Facebook, Google gibi kurumlar da tam tersi üniversiteleşmeye çalışıyor. Böyle kıyasıya bir yarış var. Türkiye bu yarışın içinde olmalı. Üniversiteler enstitüleşmeye ve üretime önem vermeli. Biz uygulamanın içinde nasıl daha fazla olabiliriz, bilimi insanlığa yararlı hale nasıl getirebiliriz, sorusu üzerinde çalışıyoruz. Bilgi fazlasıyla var, bunu ne kadar kullanabildiğiniz önemli. Öğrendiğini hayata geçirebilecek öğrenciler yetiştirmemiz gerekiyor. Öğrencinin yapması lazım. Örneğin yaratıcılık çok önemli ama girişimcilik de o kadar önemli. Yaratabilirsiniz ama onu hayata geçirmek ayrı bir önem taşıyor. Bizim iş kuran bireyler yetiştirmemiz gerekiyor.
Kuluçka merkezimiz öğrencilerin fikirlerini hayata geçirmesine imkan tanıyor. Biz öğrencilerimizi girişimciliğe yönlendiriyoruz, işini kurmalarını sağlıyoruz. İş yapan bazı öğrencilerimizi de, işinin değerini görmesi için Silikon Vadisi’ne götürüyoruz. Örneğin öğrencilerimizden biri Twitter’ın bir hatasını buldu; davet üzerine Tvvitter CEO’suyla tanışmak üzere ABD’ye gitti. Amaç, öğrencilerin üretim yapmasını sağlamak. Türkiye’nin de üretmesi lazım. Üretimin artık bilek gücüne değil beyin gücüne dayanması lazım. Bunun için eğitimi en öne koymamız lazım. Devlet olarak, millet olarak bilmemiz lazım ki, Türkiye’nin 30 bin dolarlık milli gelire çıkmasının yolu eğitimi öncü sektör olarak kabul etmekten geçer. Türkiye’nin katma değeri yüksek üretim yapmasının yolu budur. Bu eğitim de anaokuldan başlamalı üniversiteye kadar devam etmeli. Biz Bahçeşehir Kolejleri’nde kodlamayı anaokulundan başlattık. Bunun tüm Türkiye’nin müfredatına geçmesi lazım. Türkiye’de zorunlu eğitim anaokuluyla birlikte 13 yıla çıkıyor. Bu da güzel ama süreyle birlikte eğitimin içeriğine de bakmamız lazım. Öğrencilerimizi böyle yetiştirdiğimiz sürece Türkiye’nin ufku ve geleceği açıktır.