Karınca dünyası çok ilginçtir. Kolonisindeki tek bir karıncaya bile sonsuz güvenen karıncalar, yönünü kaybeden bir karıncanın izlerini takip etmeye başlıyor ve diğer karıncaların da eklenmesiyle bir sarmal halinde kendi etraflarında dönmeye başlıyorlar. bu takip öyle bir hal alıyor ki saatlerce bir çember halinde dönüp duran karıncalar yorgunluktan ölmeye başlıyorlar. Çembere dahil olan (bazı durumlarda) binlerce karınca, hatta tüm koloni ölene kadar hemen önündeki karıncayı takip ediyor, bu ölüm çemberinden kurtulamıyor. Bugünlerde Kuzey Irak liderine güvenenler de tıpkı yukardaki “karınca dünyasının” yaşadıklarının, benzerini yaşamışlar- belki de yaşayacaklardır. Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyen Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani’nin ağabeyi Şeyh Abdüsselam, Nakşibendiliğin yayılmasını sağlayan Kürt kökenli Nakşibendî tarikatı lideri Mevlâna Halid’in mürididir. Barzani ailesinden çıkan Nakşibendî-Halidi şeyhlerin hepsi kendilerine Mesih-Mehdi payesi vermişlerdir. Barzani ailesine ait Nakşibendî-Halidi şeyhler müritlerine bağımsız Kürdistan fikrini empoze etmekteydiler. Osmanlı Türkiyesi içindeki fikri anlamda ilk Kürt isyanını başlatan, Nakşibendî-Halidi Şeyhi I. Abdüsselam Barzani, müritleri tarafından Mehdi olarak kabul ediliyordu. I. Abdüsselam İstanbul’u ele geçirerek halife koltuğuna oturmak rüyaları içindeydi. Ancak müritleri tarafından uçtuğuna inanılan I. Abdüsselam Barzani pencereden fırlatılınca yere çakılarak öldü. Yıllar sonra Barzani aşireti; değişen dünya konjonktürüne uygun olarak ABD-İsrail-İngiltere üçlüsünün beslediği bir “mayın eşeği” olarak görülmüştür. Barzaniler’in ilk nankörlüğü Şeyh II. Abdüsselam Barzani ise Osmanlı Türkiye’sine karşı silahlı isyana teşebbüs eden ilk Kürt Şeyhi olan Nakşibendî-Halidi ile başlar. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Barzanlılar -Barzaniler- devlete asker vermek istemezler. Osmanlı Devleti’nin Musul Valisi Süleyman Nazif Paşa isyankâr Şeyh Abdüsselam’ı 1914 sonlarında diğer 5 Kürt aşiret reislerini yakalayarak Musul Kapısı’nda astırır. İdam şokundan sonra meydan, kardeşi Şeyh Ahmet ile Mesut Barzani’nin babası olan Molla Mustafa’ya kalacaktır. Lakin Şeyh Ahmet’in, mehdilik ve domuz eti yenilebileceği gibi fikirleri ile Ehl-i Sünnet ve Şafiiliğe ters bazı görüşleri dolayısıyla gözden düştüğünü, bu yüzden kuvvetli bir medrese tahsiline sahip olan kardeşi Molla Mustafa Barzani ile arasının açıldığını görürüz. Bence İslam’a sapık inanç felsefesi aşılamak için çalışmalardan biriside budur. Rivayete göre 1927’de Şeyh Ahmet’in mollalarından Abdurrahman onun İlahlığını ilan etmiş, kendisini de peygamberliğine layık görmüştür! Sonuçta; Barzan’daki Nakşibendî tekkesinin şeyhliğini bu kez Ahmet Barzani üstlenir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Irak; petrol bölgesi olduğundan İngilizlerin elinde kalır. Bölgede İngilizlere karşı bir cephe de oluşur. Barzani kardeşler de bu cephede yer alırlar ve 1931 yılında Büyük Zap Suyu’nun sağ kanadını 1700 dolayındaki peşmerge ile ele geçirirler. Bunun üzerine Molla Abdurrahman, Şeyh Ahmet’in kardeşi Muhammed Sadık’ın adamlarından biri tarafından öldürülmüştür. Molla Mustafa ise Irak kara ve İngiliz hava kuvvetlerinin desteğiyle girişilen bir harekâtta dağa kaçmış, 1932 yılı Haziran’ında ise 400 adamıyla birlikte Türkiye sınırından girerek jandarmalarımıza teslim olmuştur. Mustafa Barzani o günleri şöyle anlatıyor: “Biz, Türkiye’de asılmayı bekliyorduk. Çünkü o tarihlerde İngilizlerle Türkler ve Iraklılariyi münasebetler kurmuşlardı. Ancak biz seve seve Türkiye’de ölüme gelmiştik. Fakat Türkiye’de beklediğimiz ölüm bizi karşılamadı. Mustafa Kemal bizim himaye edilmemizi emretmişti. Nitekim orada iyi muamele gördük.” Ankara, Eskişehir veya Edirne’de bir süre “misafir” edildikten sonra belli şartlarla Irak’a dönmesine müsaade edilecek, Musul, Nasıriyye derken, nihayet Süleymaniye’de oturmasına karar verilecektir. Gelelim Barzani ailesinin ikinci nankörlüğüne, Türkiye’nin kendisine yardım etmesini unutmuş görünen Molla Barzani 1968 yılında bir İsviçre televizyonuna verdiği bağımsızlık için giriştiği harekâtın asıl hedefinin Türkiye olduğunu açıklamakta hiçte çekinmemiştir. Bu haber o gün çıkan Türk gazetelerinde birçok defalar yer almış bulunmaktadır. Barzaniler; Irak’ta af çıkarılması üzerine ertesi yıl dönerler. Bir yıl sonra silaha sarılıp Ravanduz bölgesini ele geçirirlerse de hükümet kuvvetleri onları dağlara kovalar. 1943 yılına kadar sakinlik sürer. Molla Mustafa Barzani, 1925 yılında Türkiye’de kopan Şeyh Sait İsyanı ve 1930 Ağrı İsyanı; 1937 Tunceli İsyanı gibi hareketlerle ilgilerinin bulunmadığını da belirtirse de; günümüzün Kürtçüleri ise onu, her hareketin arkasındaki bir kahraman olduğunu söylerler. İkinci Dünya Savaşı sonunda İran’ın Mahabat kentinde Kürtler bir cumhuriyet kurdular. Mustafa Barzani kendisini general ilan etti ama bu devletçik bir yıl sürmeden 1947 yılında İran tarafından alaşağı edildi. Yöneticileri asıldı. Mustafa Barzani; 100 adamıyla birlikte Sovyetler Birliği’ne sığınarak canını kurtardı. Bu süreci anlatırken Mustafa Barzani şöyle diyor: “Çoluk çocuklarımızı, karılarımızı Irak dağlarının yamaçlarında kaderin cilvesine terk etmiştik.” Mustafa Barzani Sovyet sınırı içinde Kızıl Ordu’ya girdi ve kendisine orada albay rütbesi verildi. Irak’ta rejim değişikliği üzerine Mustafa Barzani 1958 yılında memleketine döndü. Sovyetler Birliği onu Irak hükümeti üzerinde bir baskı aracı olarak kullandı. Bu süreçte İsrail de Mustafa Barzani ile ilişki kurdu. Barzani 1967 ve 1973 yıllarında İsrail’e giderek orada özel görüşmeler yaptı. Bugün İsrail, Kuzey Irak’ta bulunuyorsa; temeli işte bu özel iş birliğinde yatmaktadır. Barzani, kendisine ihanet eden Şah Rıza Pehlevi’nin “misafiri” oldu. O ve aile üyeleri, İran gizli polisi SAVAK’ın yönlendirmesiyle, Tahran’da bir eve taşındılar. Geniş ve konforlu olan evde yok yoktu. 1970’lerin başında bu kez İran; Mustafa Barzani’yi Irak’a karşı kullandı. İsyan eden Barzani’ye İran 1975’te yardımı kesince Irak ordusu Barzani peşmergelerini ezdi. Bunun üzerine Mustafa Barzani İran üzerinden Amerika’ya geçti ve 1979 yılında orada öldü Yani Barzanilerin bütün amaçları bağımsız bir devlet kurmak olduğu için bütün devletlere kendilerini mazlum göstermekle tutunmuşlardır. Yoksa bütün mesele Kürtler değil de kendi aile itibarlarını yükseltmek olmuştur. Tekrar söylüyorum Barzaniler için bütün mesele ezilen Kürtler ’in meselesi olsaydı eğer; ABD ve İngiltere’nin yardımıyla Saddam devrilince Irak zaten yüzde doksan Kürt kökenli devlet yöneticilerinin idaresi ile yönetilmekteydi. Sorun böylece ortadan kalkmış olmuyor muydu? Dediğim gibi Barzanilerin bundan sonraki eylemleri bu amaç doğrultusunda ortaya konulmuştur. Kürt devleti kurmak… Molla Mustafa Barzani, 34 yıl önce Başkan Jimmy Carter’a gönderdiği mektupta ABD ile ilk iş birliğinde nasıl hüsrana uğradığını yazmış. Barzani mektuplarında, otonomi hakkı ve sürgündeki Kürtler ’in Irak’a dönebilmelerinin de sağlanmasını isterken, eski ABD yönetimini ve İran’ı kendilerine verdikleri sözleri tutmadıkları için ihanetle suçluyor. Barzani’nin bu mektuplarında Carter ve Kongre üyeleriyle görüşme talebinde bulunduğu ancak bu isteğine asla olumlu yanıt alamadığı ortaya çıkıyor. Babası Beyaz Saray’a giremese bile oğlu Mesut orada ağırlanarak ve sırtı sıvazlanarak bu arzu Cumhuriyetçi bir Başkan olan Bush tarafından yerine getirilmiştir. Barzanilerin üçüncü nankörlüğe gelince; Molla Mustafa Barzani’nin yerine geçen oğlu Mesut Barzani; Kuzey Irak’ta kurulmasına çalışılan Kürdistan’ın devlet başkanlığına seçildi. ABD’nin planladığı bu gelişme Erbil’de sevinç gösterileriyle karşılandı. Mesut Barzani’nin egemenlik bölgesini Erbil, Dohuk ve Süleymaniye bölgeleri oluşturuyor. Barzani etkisi bugün Güneydoğu Anadolu’da dikkat çekecek ölçüde artmış bulunmaktadır. ABD’nin Irak’ı işgal etme sürecinde bölgede bu ülke ile kayıtsız şartsız iş birliği yapan Kürtler; şimdi Mesut Barzani’nin liderliğinde, maalesef Amerikan desteği ile bir Kürt Devleti kurmanın mücadelesini veriyorlar. Bugün yaşadığımız terör belası da işte bu sürecin eseridir. Kürtler; daha önceleri olduğu üzere yine bir emperyalist güçle iş birliği yaparak komşu devletlerin düşmanlıklarını üzerlerine çekmiş bulunuyorlar. Geçmişte, masum sayılan bu iş birliği, şimdi emperyalizme maşalık yapmak olarak görülüyor. , Ama bu referandumda göz ardı edilen 3 milyon Türkmen asla gündeme getirilmeyip adeta yok sayılmaktadırlar. Burada en büyük günah Birleşmiş Milletlerin ve de Rusya dahil Batılı devletlerin hepsinindir. Gerçek şudur ki; Sevr, Cumhuriyet döneminde de Türklerin başının üzerinde “Demoklesin Kılıcı” gibi sallandı durdu. Lord Curzon’un Lozan görüşmeleri sırasında İsmet İnönü’ye savurduğu “İleride dara düşüp bize yardım için geldiğinizde, burada reddettiğiniz her şeyi, cebimden çıkartıp önünüze koyacağım.” şeklindeki tehdit, bugün hala geçerliğini korumaktadır. Lord Curzon’un İsmet İnönü’ye söylediği bu söz, tarih içinde doğrulanmıştı. Türkiye ne zaman dara düşse, Batı Lozan’da verdiği sözleri unutuyor ve Sevr hükümlerini uygulamaya davranıyordu. Cumhuriyet’in ilk döneminde çıkan etnik-dinsel isyanların ardında Batı’nın Sevr özlemi yatıyordu. Batılı devletler Lozan Antlaşması’nı hazmedemiyorlardı. “Şimdi bunun intikamı nasıl alınır? Siz ekonomik olarak zayıfsınız. İçeride bir bütünlüğünüz yok. Biz sizi nasılsa mahvederiz. Özellikle Doğu Anadolu’da petrol meseleleri ki bu 90’lara kadar gelir. Onun için açık bir şekilde orada Türkiye Devleti’nin iç yapısını çarpıtma, sarsma operasyonları işlemiştir. Nereden gelir? Mesela Doğu’da Şeyh Sait ayaklanmasında bulunan silahların İngiliz kaynaklı olduğu saptandı. Garipler dağ başında bu silahları nasıl buldu anlamak kolay. O yenilgi, üzerinde güneş batmayan imparatorluğu bir numaralı gücü sen alt ediyorsun. Bunu zor hazmeder karşı taraf da.” Demem şu ki; İngiltere hala Lozan’ın intikamını, ABD ise Sevr’in özlemini yaşatmak için çok defa açıktan zaman zaman da gizliden gizliye bu bölgelere destek vermektedir. Türkiye olarak izleyeceğimiz en güzel siyaset millet menfaatleri doğrultusunda dostlukların devamı sırasında yine eşitlik ilkesinden ziyade iki bize bir onlara diye düşünmemiz gerekir. Çünkü bazen öyle kalleşçe üzerimize geliyorlar ki; bir bize bir onlara dediğimizde elimizdeki bir de gidebiliyor. Türkiye, Batılı devletlerin ve Barzani ailesinin bu gizli karşıtlıklarına rağmen dostluk elini uzatarak; uluslararası seyahat özgürlüğüne sahip olması için 1992 yılında Mesut Barzani’ye ‘Kırmızı Pasaport’ verdi. Turgut Özal döneminin bakanlarından Halil Şıvgın Irak Kürt Bölgesel Yönetim Başkanı Mesut Barzani’ye kırmızı pasaport verilmesini Irak’taki bütün etnik unsurları, Türkiye’deki bir toplantıda bir araya getirdiklerini, davetlilerin pasaport sorunlarını, Özal’ın talimatıyla, diplomatik pasaport hazırlayarak çözdüklerini dile getirerek açıklamıştı. “Kırmızı Pasaport” uzun bir süre Türkiye’nin gündeminde yer almış ve 2000 yıllarda Mesut Barzani’nin Türkiye2nin Güneydoğu Bölgesi’ne yönelik kışkırtıcı dil kullandığı için pasaport süresinin uzatılmaması kararı alınarak; Barzani’ye verilen imtiyaza son verilmişti. Yukarıda yazdıklarımı özetlersek; görüyoruz ki, oğul Barzani da babasının yaptığı nankörlüğün aynısını 25 Eylül 2017’ de referandum ile yapmıştır. Ne kadar insani davranırsak davranalım maalesef gerçek şudur ki; Barzaniler’in nankörlüğü soya çekimdir!
(Önce Vatan Gazetesi)