Bu yıl popülistler, Avrupa’yı biraz şaşkına çevirdiler. Nigel Farage adlı şaşkın İngiltere’yi AB’den çıkmaya razı etti, Marine Le Pen Fransa’yı zorladı, Geert Wilders Hollanda’da seçimde ikinci geldi ama dört parti koalisyonu, işbirliğiyle hükümet kurup Wilders’i evine yolladı.
Ama Avrupa’nın doğusunda ise dört ülke Brüksel’i çok şaşırtıyor. Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve de Slovakya şöyle veya böyle popülistlere teslim oldular. Popülizm kolayca tek bir tanımla anlatılabilecek bir yaklaşım değil. Almanya’da aşırı sağcı parti üçüncü geldi ama Merkel’e kan kusturuyor. Avusturya’da 31 yaşındaki Sebastian Kurz seçimde ikinci geldi ama önündeki seçimde işbaşına geleceği kesin deniyor.
Ama Doğu’da, Çek Cumhuriyeti’nde, Andres Babis ekimdeki seçimde rüşvetçileri elimine ederek seçimi kazandı. Seçilmesi bir trendin sonucu. Macaristan’ın Başbakanı Viktor Orban ise aşırı sağcı bir milliyetçi. Polonya’da Jaroslav Kaczynski Rusya’yı özlüyor ve de öldürülen ikiz kardeşinin hayranı, aşırı sağcı bir milliyetçi. Slovakya Başbakanı Robert Fico ise bir aşırı solcu popülist. Yapı olarak da eski İtalyan Başbakanı Silvio Berlusconi’ye çok benziyor. Ülkeyi rüşvet işlerinden kurtarmaya ve sonunda bir şirket gibi yönetmeye çalışıyor.
Ama hepsi de tek bir anlayışla gerçekleşen ve çalışan bir ülke peşindeler. Aynen bir komünist ülke gibi. Ama bir yandan AB’nin üyesi olmak, fakat diğer taraftan da kendilerini Rusya etkisinden kurtarmak çabaları da var.
Almanlar ve de Avusturya aslında düzen meraklısı ve de kaostan nefret ediyorlar. Brüksel her zaman belli büyüklükte göçmen alınmasını düzenlemeye çalışıyor. Ama göçmenlerin sayısının artması ve de tipinin değişmesi bu ülkeleri çok rahatsız ediyor. Fakat Macaristan ve de Bay Orban ilk olarak, hudutlarına dikenli tel engeller koyan ülke olmuş. Macaristan Avrupa’nın hudutlarının da korunması gerekli diyerek, dikenli telleri kurmuş. Böylece küçük kota göçmenlere bile engel olmuşlar.
Diğer taraftan ABD, Çin karşısında bazı konularda güç kaybı yaşamasına, İngiltere de tarihsel imparatorluklarının bitişini görmekte ve de üzülmekteler. 1989 yılında Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkeler de özgürlük konusunda fırsat kaçırdıklarını, çünkü yeni düzende de gene de elitlerin önlerinde olduğu bir sistem ile yaşamaya mecbur olduklarını düşünüyorlar.
Ama kimse de komünizmin yavaş yavaş ortadan yok olmasına da üzülmüyor. Fakat bugün dünyada da çok sayıda ülkeye dağılabilecek bir yönetim anlayışı da, pek yok artık!
AKŞAM