Bahçeşehir Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü Yrd. Doç. Dr. Sinem Vatanartıran
* YÖK eğitim fakültelerinin kalitesini artırmak amacıyla önümüzdeki yıldan itibaren başarı sırası sınırlaması (baraj) getirmeyi planlıyor. Sizce baraj kaç olmalı?
Baraj kaç olmalı sorusundan önce eğitim fakültelerine öğrenci alımı nasıl yapılmalı sorusunu gündeme getirmek gerekiyor. Öğretmenlik için bir baraj puanı getirme endişesini şu açıdan anlayabiliyorum; üniversiteye giriş puanları ile üniversitedeki akademik başarı arasında olumlu ilişkinin olduğunu gösteren pek çok çalışma var. Dolayısıyla bazı meslek gruplarında ki (daha önce mühendislikte yapıldı, tıpta yapıldı) akademik başarı beklentisinin yüksek olduğu programlarla ilgili bir baraj uygulamasının getirilmesini genel olarak değerlendirdiğimde uygun görüyorum ama baraj ne olmalı? bununla ilgili karar veriye dayalı olarak verilmeli diye düşünüyorum. Bir veri olmadan taban puan belirlemek uygun olmaz. Eğitim fakültelerine giren öğrencilerin genel ortalaması nedir? Eğitim süresince beklediğimiz akademik yeterlilikler nelerdir? biraz bu sorular bazında düşünülerek karar verilmeli. Bunun ötesinde ben eğitim fakültelerine öğrenci seçiminin zaten baştan kurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Tek başına sadece bir akademik standart kaygısıyla sınav sonucuna göre bir baraj getirmenin yeterli olmadığını düşünüyorum. Hatta bu uygulama belki de başarılı olabilecek pek çok adayın da elenmesi anlamına gelebilir.
* Eğitim fakültelerinin sorunları nelerdir? Baraj getirmek bu sorunları çözecek mi?
En önemli sorun eğitim fakültelerinin gerçek okul ortamından uzak olmaları. Okuldan uzak olması derken öğretmenlik uygulamasının çok kısıtlı olmasından bahsediyorum. Buna akademisyenler de dahil. Biz nasıl tıp fakültesini hastane ortamından bağımsız düşünemezsek, öğretmen adayının da 4 yıllık eğitim sürecinde sınıftan uzak eğitim görmesini düşünmemeliyiz. Öğretmen adayının sürekli okul içinde öğrencilerle olması ve uygulamada sınıfa girerek bizzat öğretmenlerle bu eğitim sürecini geçirmesi çok önemli. Mevcut durumda eğitim fakültelerinin birinci en önemli sıkıntısı budur. Uygulamadan çok uzakta öğretmen yetiştiriliyor. Hatta öğretmenliğe uygun olup olmadığı ile ilgili mezuniyet sonrası mesleğe girişte de bir eleme yok. Yani baştan zaten çok şeyin değişmesi gerekiyor. Biz Bahçeşehir Üniversitesi olarak “Okulda Üniversite” modelini başlattık. Birinci sınıftan itibaren birinci sınıfta 1 gün, ikinci sınıfta 2 gün, üçüncü ve dördüncü sınıflarda 3 gün olmak üzere öğrencilerimiz bizzat okul ortamında bulunuyor ve veli ilişkilerinden yönetici ilişkilerine, öğrenci öğretmen ilişkilerinden sınıf sahiplenmeye kadar her şeyi yaşıyorlar. Öğretmenliğe başladıklarında ise rollerine alışmış olarak başlıyorlar. Bir diğer durum ise başta fen edebiyat fakültesi olmak üzere diğer bölümlerin de öğretmen adayı yetiştirir gibi bir durumunun söz konusu olması. Formasyon uygulamasından dolayı deneyimi çok kısıtlı, eğitim derslerini çok sınırlı alan kişiler birkaç aylık programlarla öğretmen yapılabiliyorlar. Bu da eğitim fakülteleri için tabii ki motivasyon kırıcı bir unsur oluyor. Öncelikle biz ülke olarak kimleri öğretmen yapacağız buna karar verip buna göre bir sistem geliştirmeliyiz.
Baraj sistemine ek olarak eğitim fakültelerinin kendi uygulamalarını geliştirmesi gerekiyor. Baraj sadece fakülteye giren öğrencilerin genel akademik tutumları ile ilgili bir olumlu boyut getirecektir. Bu tabii ki yararlı ama asıl sıkıntı eğitim fakültesine giren öğrencinin 4 yılı nasıl geçiyor? Yani biz nasıl öğretmen yetiştiriyoruz, bu çok daha önemli bir sorun. Uygulamadan çok kopuk bir eğitim fakültesi müfredatı var. Bence bununla ilgili sıkıntılarımızı çözmemiz gerekiyor.
* Eğitim fakültelerinde eğitimin kalitesinin artması için sizin önerileriniz neler?
İlk olarak belli bir yıl sınıf tecrübesi olmayan bir kimsenin bence eğitim fakültesinde akademisyen olarak görev yapamıyor olması lazım. Sınıf ortamını bilecek ve sınıf tecrübesi olacak. İkincisi uygulama ağırlıklı bir eğitimin verilmesi lazım. Sınıftan kopuk bir öğretmen adayı yetiştirilemez. Tıpkı hastaneden ve hastadan kopuk bir doktor adayının yetiştirilemeyeceği gibi. Üçüncüsü Dünya’nın pek çok gelişmiş ülkesinde olduğu gibi mülakat ile öğretmen adayının seçilmesi. Biz bu anlamda Bahçeşehir Üniversitesi olarak ApplyBAU sistemini başlattık. Bir kabul sistemi. Ülkemizdeki sınavla öğrenciyi yerleştirme sistemini reddetmeyen, ama bunun ötesinde öğrenciye ulaşmak, onlara sınavdan önce kendilerini ifade edecek fırsatı vermek ve o meslek için doğru ruhsal ve mesleğe yetkinlik açısından doğru kişi olup olmadıklarını görmek üzerine onlara da söz hakkı veren bir sistem. Dördüncüsü öğretmenlik yeterlilikleri daha iyi olan öğretmenlerin, eğitim fakültesinin hocaları gibi görülmeleri lazım. Aslında eğitim fakültelerinin gerçek hocaları onlar olmalı. Yani bir okuldaki bir matematik öğretmeni çok iyiyse, matematik öğretmeni adaylarının yetiştirilmesinde bu öğretmenin rolü olmalı. Daha fazla sorumluluk üstlenmeli. Beşincisi okullardaki bölümlerdeki kontenjan fazlalığı.
Sonuç olarak üniversiteye giriş sisteminde bir sınav yapılmalı evet ama ben yerleştirme sistemimizin daha sıkıntılı olduğunu düşünüyorum. Burada karar üniversitelere ait olmalı. Üniversiteler diledikleri programlara diledikleri bölümlere diledikleri barajı getirebilmeli. İstiyorlarsa da mülakatlar yapabilmeli. Bu şekilde öğrenciye ulaşmalı. Biz üniversite olarak bunun bir başlangıcını ApplyBAU sistemi ile başlattık. Şimdiden yüzlerce öğretmen adayı ile birebir mülakatlarımızı yaptık. Öğretmen adaylarının her şekilde mülakatla alınması gerektiğine inananlardanım çünkü öğretmenlerin işi bu toplum için insan yetiştirmek. Dolayısıyla bunu misyon edinmiş bir mesleğin seçimine yetiştirmek için alınan adayların da seçimi çok titizlikle yapılmalı. Sadece sınavdaki başarı ile bir eleme değil mutlaka ve mutlaka bir mülakat yapılmalı.