Türkiye Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim BAU Haber’e önemli açıklamalarda bulundu. 2018 Dünya Kupası Finalleri, hakemlerimiz, Türkiye’de teknik direktörlük yapmanın zorlukları ve Türk futbolu ile Avrupa futbolu arasındaki farkları değerlendiren Terim, Türk futbolunun özellikle son 10 yılda çok önemli stadyumlara ve tesislere kavuştuğunu belirterek, ileride büyük bir organizasyona ev sahipliği yapma şansımızın da arttığını söyledi.
2018 Dünya Kupası Finallerine katılma şansımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şansı değerlendirmeden önce potansiyelimizi değerlendirmek lazım. İşi şansa bırakmayacak bir potansiyelimiz olduğunu söyleyebilirim. Bu potansiyeli sahaya yansıtabilmek de inanç ve çalışmakla olur. Bunu gerçekleştirdiğimiz takdirde de Rusya’da yapılacak 2018 Dünya Kupası’na katılma ihtimalimizin ciddi ir şekilde sürdüğünü düşünüyorum.
Basit bir hesap yapacak olursak: Grupta Hırvatistan ve İzlanda gibi en önemli iki deplasmanı atlattık. Geçen ayki Kosova maçı ile çıkışa geçtik. Önümüzde Finlandiya (24 Mart) ve Kosova (11 Haziran) maçlarımız var. Bu maçlardan elde edeceğimiz 6 puan bizi avantajlı bir konuma taşıyacaktır. Doğrudan rakiplerimizden Hırvatistan ve İzlanda ile sahamızda maç yapıp sadece Ukrayna ile deplasmanda oynayacağız. Ekim 2017’de grup maçları tamamlandığında ilk iki sırada yer alabiliriz.
Medya dünyası ve taraftarların hakemlere bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsan unsuru olan bir işten bahsediyoruz. Hata oranını azaltmak için ne kadar çaba sarf edilse de hata olmuyor mu, oluyor. Burada yarar ve zarar açısında baktığımızda da en çok etkilenenler kulüpler. O nedenle hatalı kararlara gelen tepkileri de anlıyorum.
Diğer yandan kulüplerin bazen yenilginin sorumluluğunu hakemlere atmak gibi kötü bir alışkanlığa zaman zaman başvurduğu da bir gerçek.
Açıkçası Türkiye’de hakem olmak çok zor. Gerek taraftar baskısı gerekse futbolcuların zaman zaman gösterdiği aşırı tepkiler hakemleri zor durumda bırakabiliyor.
Yetmiyor, spor programlarında reyting uğruna hakem eleştirileri, yerini kişilik haklarını zedeleyici itham ve iddialara taşıyabiliyor.
Kısaca her taraf kendini düşünüyor olan futbolun itibarına oluyor.
O halde ne yapmalıyız? Elbette teknolojiden yardım almaktan çekinmemeliyiz. Örneğin ben, Video Yardımcı Hakem uygulamasının sahaya entegre edilmesi fikrine karşı değilim.
Taraftarı tribüne daha fazla çekebilmek için neler yapılabilir?
Futbol, seyircinin varlığı ile değerli ve keyifli hale geliyor. Bu sayede kulüpler ciddi gelirler elde ediyor ve futbolcular daha iyi motive olabiliyor. İnsanlar için de sosyalleşme sağlayan, zevkli bir eğlence futbol…
Ülke nüfusunun seyirci sayısına oranına bakarsak, benzer konumda olduğumuz ülkelerin çok gerisinde kaldığımızı rahatlıkla görebiliriz. Şu anda seyirci ortalaması 10 binler civarında ve bu yeterli değil.
Şüphesiz yeni yapılan stadyumlar, seyircilerin daha konforlu maç izlemeleri için önemli bir unsur ancak oynanan futbolun kalitesi seyircilerin statlara çekilebilmesi için halen birinci kriter olarak göze çarpıyor. Rakibi oynatmamak üzerine değil, oynamak üzerine kurulu oyun felsefesinden yalnızca seyircilerin değil oyuncuların da keyif alacağı kesin.
Bunun dışında ülkemizin taraftarlık kültürünü de tartışmaya açmalıyız. Futbolun en nihayetinde bir oyun olduğunu galip gelmenin yanında yenilmenin de doğal olduğunu kabullenmeliyiz. Skor odaklı değil spor odaklı bakabilmeyi öğrenmeliyiz.
Bunun dışında kombine bilet ve günlük bilet fiyatları, bilete erişim kolaylığı, ulaşım, ulaşımın zor olduğu statlara maç biletleri ile promosyon ve emniyet gibi unsurlar da taraftarların kendilerini “velinimet” olarak görmesini sağlayacaktır. Seyircisiz futbolumuzu ayakta tutmak mümkün değil. Seyirciyi tekrar tribünlere çekmek için çabalamak zorundayız.
Türkiye’de teknik direktörlük yapmanın zorlukları var mı?
Olmaz olur mu? Teknik adamlığa başlayalı 30 yıla yakın bir süre geçti ve bugüne kadar çok şey değişti. Değişmeye de devam edecek. Artık futbol, Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de çok büyük bir sektör haline geldi.
Öncelikle en büyük zorluk mesleğe adım atarken başlıyor. Şu anda Türkiye’de 23 bin 500 lisanslı antrenör bulunuyor ancak kulüp sayısı şüphesiz bu rakamın çok altında. Arz, talebin üzerinde. Dolayısıyla fark yaratmanız gerekiyor.
Eğer kendinize ve işinize inanıyorsanız, denemekten, geliştirmekten vazgeçmemek gerekir. Geçmişte, Türk futbolunda yabancı teknik direktörlerin ağırlığı çok fazlaydı. Bugün ise Süper Lig’deki 18 takımın 15’inin başında yerli teknik adam var. Demek ki Türk antrenörlüğü bu süreci iyi geçirmiş, artık Türk teknik adamlar da yönetimlerin güvenini kazanmış.
Yine de, Türk teknik adamlar kendilerini geliştirmekten geri durmamalı, bilgilerini her zaman tazelemeli ve yenilikleri takip etmeli. En azından bir tane yabancı dili iyi şekilde konuşabilmeli. Bunlar olursa, Türk teknik adamlar dünyanın her takımını rahatlıkla yönetebilir.
Tabii yalnızca en üst düzeyi düşünmeyelim. Alt liglere inildikçe teknik adamların saha dışı konularla ilgili de kafa yorması gerekebiliyor. Yönetim-teknik adam ilişkileri bazen çok ilginç sonuçlar doğurabiliyor.
Olumsuz bir durumda teknik direktör ile yolların ayrılması en kolay seçenektir. Türkiye gibi taraftar-camia baskısının yüksek olduğu ülkelerde görev yapmak, antrenörler için bir diğer zorlayıcı unsur.
Türk Futbolu ve Avrupa futbolunu karşılaştıracak olursanız neler söylersiniz?
Bu konuya günlük değil uzun vadeli ve bilimsel bakmak gerekiyor.
1980 ve 1990’larda yıldız oyuncular avcılık ve toplayıcılıkla bulunup çıkarılıyordu. Biraz gecikmiş olmakla birlikte 90’lı yıllarda biz de o yöntemi kullanıp büyük atılım yaptık.
O yıllardaki başarılı seçimlerimiz 2002 Dünya Kupası’na kadar başarılı bir dönem yaşamamızı sağladı. O kadronun son mensupları da 2008 Avrupa Şampiyonası’na katıldı.
2000’li yıllarda rakiplerimiz yetiştiriciliğe geçti. Bizse halen avcılık ve toplayıcılığa devam ettik. Hatta halen de devam ediyoruz.
Yarıştığımız tüm ülkelerde çocukların futbola kulüplerde başlama yaşı beştir. Bu eğitim bilimleri açısından da, sosyal gelişim açısından da, sportif başarı açısından da en uygun yaş olarak tayin edilmiştir. Elit bir futbolcunun yetişmesi için çocuğun 10.000 saat futbol oynaması gerekmektedir.
Bu sürenin içinde, okulda yaptığı beden eğitimi dersleri, sokakta ve kulüp dışı oyun formatındaki futbol uygulamaları ve kulüpte yaptığı antrenmanlar bulunmaktadır. Elit futbolcu yetiştirmek için zaman ve çocuğun en çok öğrenme becerisi olan yaşları çok önemlidir ve çok verimli değerlendirilmelidir. Bizde durum nedir diye baktığımızda; kulüplerimizde futbola başlama yaşı genel olarak 10’dur. Yani rakiplerimize göre zaten daha dar bir havuzdan seçimi yapıyorken üstüne bir de 5 yıl kayıpla yarışmaya başlıyoruz.
Arayı kapatmaya çalışırken, eksiğimiz sadece beş yıl boyunca kaybettiğimiz antrenman saatleri değil. Çocuklarımız maalesef okulda da çok az spor yapabilme imkânı buluyor.
Hatta ne acıdır ki bu saatler sıklıkla spor yapmak için bile kullanılmıyor. Beden eğitimi derslerimizin sayısı içler acısı, niteliğine değinmiyorum bile.
Zorunlu eğitimi bitirene kadar bir sporcunun Avrupa’daki akranlarından beş yıl antrenman eksiği ve her okuduğu yıl içinde ortalama 80 saat de beden eğitimi dersi eksiği oluşmaktadır. Şehirdeki çocukların artık boş alan bulup sokakta da futbol oynayamadığını düşünürsek aradaki makas her geçen gün daha da açılmaktadır. Futbolumuzun kalkınması için, geleceğimiz için futbolun tüm paydaşları ile birlikte hareket etmek zorundayız.
Rakiplerimizde bir çocuk futbol oynamak istediğinde öncelikle amatör bir kulübe çok kolay ulaşabilmektedir. Bırakın profesyonel kulüpleri, bazı amatör kulüplerin bile tesisleri yeterlilik açısından ülkemizde 2 ve 3. ligde mücadele eden ve bizim profesyonel kulüp diye ifade ettiğimiz birçok kulüpten çok daha iyi.
Kısaca iki unsuru kıyaslayabilmemiz için en azından ortak bazı unsurları olması lazım. Bizim ise önce ortak unsurlar noktasında gelişme göstermemiz lazım.
Yeni stadyumlar ve tesisleşme anlamında yeni projeler yapılmakta. İleride bir şampiyonaya veya olimpiyatlara ev sahipliği yapabilme şansımız var mı?
Türk futbolu özellikle son 10 yılda çok önemli stadyumlara ve tesislere kavuştu. Halen yenilerinin yapımı da sürüyor. Bugün sadece Süper Lig’de değil, alt liglerde mücadele eden şehir takımlarının bile en üst düzeyde stadyumlara sahip olduğunu görüyoruz.
Son bir yıl içinde Konya, Bursa, Antalya, İstanbul (Vodafone Arena), Sivas ve Eskişehir’de yeni stadyumlar hizmete açıldı. Şimdi Gaziantep, Sakarya, Kocaeli, Samsun sırada bekliyor. Bunlar çok önemli gelişmeler. Bu yatırımlar seyircinin de statlara gelmesine hayati derecede katkı yapacak çünkü daha konforlu şekilde maç izlemek mümkün olacak.
Yine son 10 yıllık döneme bakarsak sadece futbolda bir UEFA Şampiyonlar Ligi, bir UEFA Kupası Finali, FIFA U-20 Dünya Şampiyonası ve UEFA Avrupa U-19 Kadınlar Şampiyonası’na ev sahipliği yaptık. Bunlar küçümsenmeyecek organizasyonlar. Türk insanının organizasyon becerisinin kanıtlandığı uluslararası etkinlikler. Tabii tesisler arttıkça ev sahipliği şansımız da bir o kadar yüksek olacak.
Yaşadığımız terör olayları Milli Takımımızı nasıl etkiliyor?
Bu coğrafyada doğup büyümüş her bireyi nasıl etkiliyorsa bizleri de öyle etkiliyor, yaralıyor. Sonuçta bizler sadece bu ülkenin vatandaşları değiliz, onları uluslararası arenada temsil etme sorumluluğu olan profesyonelleriz. Böylesine bir sorumluluk, ülkemiz insanlarına sadece başarıyı değil, gururu da yaşatmayı gerektiriyor ve biz bunun farkındayız. Geçtiğimiz Ekim ayında Ankara Garı’nda yaşanan terör saldırısında Milli Takım kampındaydık. Orada hissettiğimiz acıyı, yüzlerimizdeki ifadeyi, ruhlarımızdaki yarayı tarif edebilmem mümkün değil.
Ömrümüz boyunca gördüğümüz tek şey ay-yıldız oldu. Ne ay-yıldızı terk ederiz, ne de yere düşmesine izin veririz. Birlik ve bütünlüğümüze dönük tehditlere karşı omuz omuza vermeliyiz. Allah hepimizin acısını hafifletsin.
Türk gençleri ve üniversite öğrencilerine ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
Herkesin kim olduğunu bilmesini ve neler yapabileceğini görüp anlayabilmesini tavsiye edebilirim. Nereye gideceğini, ne istediğini ve neler yapabileceğini bilen biri için yol haritası da, gideceği araçlar da, yolda karşılaşacağı sıkıntılar da bellidir. Kendine inanan biri için de tüm süreç daha kolay işler.
Diğer yandan son derece standart hareketler var önerebileceğim. Mesela mutlaka yaptığınız bir spor olsun. Böylece, kötü alışkanlıklardan uzak duracak ve kendinizi daha mutlu hissedeceksiniz. Vakit buldukça ve mali durumunuz el verdiğince seyahat edin ve yabancı kültürleri tanıyın. En az bir tane yabancı dili iyi derece konuşup yazabilin. Asla “yerel” kalmayın! Kendinize inanmaktan vazgeçmeyin.
RÖPORTAJ: FERHAT DEMİRKIYIK