İstanbul Türk -telâm dünyasının Şehr-i Şah’ı. Muhammed Mustafa(s.as) ‘nın müjdelediği, Mehmet (Fatih)1!! aldığı; Mustafa (Kemal)’nın kurtardığUDünyanın arzuladığı şehir. Boğazın incisi, Osmanlı’nın Sultanı, Cumhuriyetin gözbebeği. Ey güzel İstanbul sende olmak güzel dahası seni sende yaşamak daha da güzel! Ama; sana geip te, sende seni yaşayamayanlar için (iyorum ki; İstanbul’da yaşamaktan ziyade İstanbul’u yaşayalım. Yoksa siz İstanbul’u değil de İstanbul sizi yaşar. EJbette ki, seni güzel yaşamak için de; seni temiz, güvenilir ve özenilir bir hale getirmemiz gerekir. Nasıl mı işte seni korumamız ve de kollamamız için önemli görevlerimizden birkaç tanesiL. *** “Anadolu’da sana gelmek için can attığımız günleri urutarak; yine senden kalmayıp, her dini bayramlarda seni yalnız bırakmak şöyle dursun milyonlarca kişi yollara dökülmeyip binlerce can kaybını göz almadan sende kalırsak, Surlarının üzerlerine evler yapmaz, taşlarını da söküp dükkânlar yapmazsak, Surlannı içki uyuşturucu içilen evsiz işsiz güçsüz olariann meskeni haline getirmezsek, böylece buraları rahatça gezebilirsek. Denizine her türlü eşya ve çöpleri dökerek maviyi siyaha çevirmezsek, İbadethaneler (Camii, Havra ve Kilisemin, türbelerinin etraflarını çöpler dökmeyip badet ecflir halde bırakırsak, Osmanlı ve Bizans’ta kalan eserlerini yıkmayıp tarihi eserlere ve onların tarihi anılanna sahip çıkarsak, Dere yataklarına evler yaparak hem kendimizi hem de senin güzel manzaranı sele teslim etmezsek, Ormanlarını kesmez senin akciğerini oksijen ile doldurursak, yeşile hasret kalmazsak, Yedi tepeni, tepeleme olarak plansız, çirkin ve ucube yapılarla doldurmayıp yatay mahalleler oluşmasını yapıp dikey yapılaşmadan vazgeçersek, Yani konutlarımızda dikey yaşantı yerine; yatay yaşamı sürdürebilir inancına sahip olursak, En güzel caddelerine “Köy Demekleri” kurmayıp seni “Şehr-i hemşehri” değil de; “Şehr-i İstanbul” haline getirirsek, Sende” Vilayeti günleri” yapmayıp Türkiye’nin diğer vilayetlerinde İstanbul Yaşam Kültürü Günleri” yaparsak, Kaldırımlarını yaylardan bırakır, arabalarımızla doldurmayıp; çocuklu, engelli ve yaşlı arabalarını kaldırımlarda yürümesini sağlayıp; onları araba yollarına dökmezsek, En güzel caddelerine ve kaldırımlarına; “işyerimizin önü buralar benim deme” zihniyetinde vazgeçip, buralar toplumun ortak kullanım alanıdır, dikkatli olalım dersek, Mezarlıklarında içki uyuşturucu ve ahlaka mugayir davranış yapılmasına müsaade etmeyip, atalarımıza bir Fatiha okunacak yer haline getirip saygılı davranırsak, Her kurban bayramında senin denizini cadde ve sokaklarını al kızıl kana boyamadan “Kurban Kesim Yerleri” oluşturarak seni temiz tutarsak, Köyümüzde konağımızı terk etmeyip görevimiz gereği veya işyeri açma yetki belgesi olmadan sana gelip; senin en güzel yerlerini gecekondulara boğmazsak, Taşın toprağın altın diye; köylerimizi boşaltarak senin her yerini delik deşik etmez seni yaşanır halde bırakırsak, Akciğerin olan parklarını mesken tutan ayyaş, işsiz ve kendini bilmez insanlara terk etmeye müsaade etmeyip çocuklarımızın da evlere haps olmasına sebep olmazsak ve de belediyeler olarak oralara-birer güvenlik görevlisi koyarsak, Sokak, cadde ve büyük meydanlarında yerli ve yabancı insanları en fazla da kadın ve çocuklarını rahatsız eden madde bağımlısı olanları ıslah edecek bir sistem kurarsak, Sokak ve caddelerinde birkaç çapulcu ve kendini bilmez “bimekan” kişileri bertaraf edip ailece geceleri seni yaşayacağımız bir ortam sağlayabilirsek, Meydanların da; çocukların da bulunduğu yerler de güpegündüz dahası toplumun büyük bir kesimini rahatsız eden alkol içilmesine müsaade etmezsek, Cadde ve sokaklarını saldırgan kedilere, köpeklere ve de onların pisliklerine bırakmazsak, Gece bekçisi sistemini tekrar getirip, sokak ve caddelerini sahipsiz bırakmazsak, Ulaşım için Havaray ve metroları çoğaltırsak, En güzel köprülerinin üzerini üç kilo balık tutmak uğruna oltacılarla doldurmadan birey veya aile olarak denizini zevkle seyredilir hale getirirsek, En güzel turistik caddelerini kebap ve lahmacun restoranları ve soğan kokusuna boğmazsak, En güzel caddelerindeki, kitap satan yerlerini üç beş kuruş rant uğruna kapatmayıp nargile kafeleri haline getiremez ve de okuma heveslisi olan gençleri okumaya tekrar özendirirsek, Cadde ve sokaklarında zamanla fakir-fukaranın, kurdun-kuşu su içmesi için yapılan “Hayrat Çeşmeleri” olan çeşmeleri; tekrar akar duruma getirirsek, Semtlerimize “Sabit Pazar Yerleri” yaparsak, İşyerierimizi ve konutlarımızı yaparken veya onarırken perdeleme sistemi ve İş Güvenliği sistemi anlayışı ile yaparsak, Sanayi inkılâbını yaşamadığımız için otomobil yapamadan hazır otomobil aldık, yani attan indik otomobile bindik. Her ailenin at ahır var iken otomobilimize garaj yapmadık. Apartman altlarını sığınak bile yapmadan dükkânlar yaptık. Sokaklarını araba mezarlığına benzeterek kaldırımlarda gezemez olduk. Eğer belediye olarak emlak ve çevre vergisi aldığımız vatandaşlarımızın otomobilleri için paralı da olsa mahalle otoparkları yaparsak, Atalarım kuşlar gelsin diye, camilerin, evlerinin dış cephesine “Serçe Sarayı-Kuş Evleri” yaparak onlarla oyalanırdı Bunları da unutarak seni kuşsuz bıraktık. Artık evlatlarımız kuş cinslerini resimler de görür oldular. Yeşilini yok etmeyip şehrimize kuşların tekrar dönmesini sağlarsak, Tariamızı-tapanımızı;ahırımızı-ağılımızı çiftimizi-çubuğumuzu; bağımızıbahçemizi; bırakıp sana gelmez, her zaman taze ve parasız olan; meyveyisebzeyi, eti- sütü-ve yoğurdu bedava yiyip içip seni rahat bırakırsak. Vallahi de sen kurtulursun bizde rahat ederiz. Manevi olarak seni bize emanet edenlerin de ruhlarını “muazzep” olmaktan kurtarmış oluruz! Ey güzel İstanbul bütün bunlara rağmen bir anne gibi bizi kucaklayıp, şefkatli “Boğaz’ın” ve “Haliç’inle” bağrına basıyorsun; sana binlerce teşekkür erdim! Kısacası; İstanbul’da yaşamak yerine, İstanbul’u yaşamak mı diye sorarsak? Bu sorunun cevabını en güzel şekilde Yahya Kema! anlatmıştı; “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”
YENİ ÇAĞRI