Okulların açılması o kadar basit mi? Pandemi süreci devam ediyor ama bütün dünya gibi biz de okulları açmaktan başka çaremiz olmadığını biliyoruz. Yeni dönemle birlikte bütün ülkeler okulları yeniden yüz yüze eğitime açma kararı verdi ve biz de bu kararı aldık. Ancak okulların bu kadar uzun süre kapalı kalmasının çocuklara olumsuz etkileri de oldu. Öncelikle yüz yüze eğitime ara verilmesi küçük yaştan itibaren kademeli olarak çocuklarda öğrenme kaybına yol açtı. Okuldan uzun süre ayrı kalınması, çocukların bilişsel yeteneklerini olumsuz etkiledi. Maalesef Covid-19 salgınında ortaya çıkan öğrenme kayıpları ve diğer olumsuz etkilerden en çok dezavantajlı grupların çocukları etkileniyor. Özellikle uzaktan öğrenme için teknolojik imkanlara sahip olmayan çocuklar için olumsuz sonuçlar ortaya çıkıyor. Bu krizle beraber farklı gelir gruplarındaki ailelerin çocukları arasındaki uçurum da açılıyor. Çocuklar sadece akademik değil aynı zamanda okulun sosyal olanaklarından mahrum kaldıkları için sosyal ve duygusal becerilerinin gelişimi ciddi zarar görmüş durumda.
Birleşmiş Milletler, UNICEF, UNESCO ve Ekonomik Kalkınma ve İş birliği Örgütü (OECD) gibi uluslararası kuruluşlar salgının başından bu yana uzaktan sürdürülmeye çalışılan eğitim koşullarındaki sorunlara dair raporlar yayınladı ve ülkelere çağrılarda bulundu. UNESCO’nun verilerine göre Covid-19 salgını dünyada 190’dan fazla ülkede 1,6 milyardan fazla çocuğun eğitimini etkilediğini, bu sayının dünyadaki çocukların yüzde 90’ını ifade ettiğini belirtti. Save The Children tarafından yayınlanan rapora göre; salgından dolayı 10 milyona yakın çocuğun okulu bırakma riski oluştu. Burada maalesef en büyük risk taşıyan ülkelerden birisi Türkiye, 2018 AB istatistik ofisi raporuna göre; ülkemizde eğirime başlayan her 3 çocuktan birisi okulu terk ediyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve UNlCEF’e göre; Covid-19 krizinin sonucu olarak milyonlarca çocuk, çocuk işçiliğine itilme riskiyle karşı karşıya. Okullar, özellikle yoksul bölgelerde eğitim dışında birçok işlevi yerine getiriyor. Çocuklar için okullarda güvenli bir ortam, sosyalleşme alanı gibi birçok imkân sağlanıyor.
2020 Küresel Eğitim izleme Raporu’na göre de salgın sırasında öğrenme sürekliliğini sürdürmede dışlanma eğilimlerinin kötü boyutlara geldiği belirtiliyor. Raporda bu dönemde oluşan sorunları ve öğrenme kaybı ile mücadele için ülkelerin yüzde 17’sinin daha fazla öğretmen istihdamı, yüzde 22’sinin ders süresini artırması, yüzde 68’sinin ise okullara geri dönüldüğünde uyum ve telafi programı yapması gerektiği belirtilmiş. BM ise hükümetlerin eğitim harcamalarına öncelik vererek öğrenme krizinin aşılması için yeni yollar ve çözümler bulmaları gerektiğini söylüyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres de , hükümetlere seslenerek eğitimi önceleme çağrısında bulunmuştu.
Bizim ülke olarak bu dönemde tartışmamız gereken konu okulların açılması değil, okulların nasıl açılacağı ve sonrasında ortaya çıkabilecek; uyum, okul terki, başarısızlık şoku, okul reddi gibi konularıdır. Bu konuda MEB’nın bir çalışma yapması şart görünüyor. Bakın G.Kore okula dönüş planı çerçevesinde 698 milyon dolar bütçe ayırmış ve bu bütçeyi eğitim fakültelerinde son sınıfta okuyan öğrencilerin evlere giderek öğrencileri okula hazırlama sürecinde kullanacakmış. Yine ABD okula dönüş için geçiş müfredatı hazırlamış. Birçok ülke okula dönüşün basit olmayacağını ve birçok sorunla yüzleşeceğini biliyor ve önlem almaya çalışıyor. Oysa biz halen PCR istemeli miyiz istememeli miyiz onunla zaman geçiriyoruz. Aklımızı başımıza toplamamız lazım.
Okula dönüş inanın çok kolay olmayacak. Yaşayacağımız sorunlar için konuşmaya başlamamız gerekiyor. Çünkü bugün yaşadığımız sorunların bedelini 10 yıl sonra çok ağır yaşayacağız. Önemli olan okulların kapalı kaldığı dönemin hasarını doğru tespit edip bu hasarı en aza indirmeye yönelik çalışma yapmaktır. Unutmayalım kaldığımız yerden devam etmiyoruz.
Turgay Polat turgay.pobtacco.hau.edu.tr