İkili ilişkilere önem veren, Türk-Rus ilişkilerinin gelişmesine kendini adamış, insani yanı çok güçlü, bir diplomatın ötesinde yaptığı işin önemine inanan ve bunu gönülden yapan değerli bir insan ve değerli bir diplomattı. Dün saldırı haberi ilk etapta gündeme düştüğünde basit bir teşebbüs olduğunu düşündüm ve öyle olmasını umut ettim. Velhasıl kısa bir süre sonra Büyükelçi Karlov’un ölüm haberi geldi. Kısa bir zaman önce oturup görüştüğünüz bir insanın hayatını kaybetmesi ve bundan duyduğunuz üzüntünün ötesinde Türkiye’ye yönelmiş bir çok hain okun ne şekilde ülkemizi tehdit altında tuttuğunu da düşünmeden edemiyor insan. Beşiktaş-Bursaspor maçı akabinde kaybettiğimiz 44 canımız, daha üzerinden tam bir hafta geçmeden Kayseri’de yitirdiğimiz 14 canımız, güneydoğudaki terör saldırıları, Türkiye‘nin üzerine dünyanın bir çok ülkesi tarafından yapılan siyasi baskılar, bununla kalmayıp ekonomik olarak da Türkiye’yi zor durumda bırakmayı hedefleyen çabalar… Son bir ay içerisinde etnik, mezhepsel, ekonomik ve siyasi olarak dış politikada Türkiye‘nin içine çekilmeye çalışıldığı bir kaos ortamı derinlik kazandı. Ama beni daha da çok üzen, fütursuzca, hedefsizce ve hırslara kurban edilip ortaya atılan onlarca, yüzlerce farklı itham. Kimilerine göre hükümet, kimilerine göre muhalefet, kimilerine göre dış mihraklar, kimilerine göre ise gizli güçler… Herkes birbirini suçluyor ve herkes hatayı bir yere yükleme çabası içerisinde. Neticede acı çeken Türkiye.
Bunların hiç biri; kınamalar, lanetlemeler, eleştirmeler şu an içinde yaşadığımız durumun çözümü değil. Türkiye, içinde olduğu süreçten muvaffakiyet ile güçlü ve bir daha kimsenin kolay kolay üzerinde oyun oynayamayacağı şekilde çıkmak istiyorsa daha da güçlenmek, daha da büyümek, daha da kenetlenmek zorunda. Bütün bunların çözüm yolunun kısa vadeli, hamaset dolu söylemlerden, ittifaklar değiştirmekten, Ortadoğudaki süreçlere müdahil olmaktan, faiz arttırmaktan ibaret ya da bunların tümüyle yeterli olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü bunların her biri geçici hamleler, yani pansuman. Oysa ki Türkiye’nin büyümesi, Türkiye’nin dışardan gelebilecek bütün etkilere direnç gösterebilecek bir mekanizmaya sahip olması, bağışıklık sistemini güçlendirmesi için en önemli çözümler uzun vadeli çözümlerdir. Bu kadar yaşanan terör hadisesinden sonra hep failleri araştırıyoruz, terörü lanetliyoruz, yüreğimiz bir atıyor ama netice itibarıyle kısa vadeli çözümlerin ötesine geçemiyoruz. Çünkü terörle mücadeleyi, dış politikayla, istihbaratla, kolluk kuvvetlerini etkili kullanarak ve milletçe kenetlenerek gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Bu olmazsa olmaz. Unutmamak lazım ki uzun vadede terörü ve Türkiye etkilerini tamamen engellemek istiyorsak tek çözümü her zaman daha da güçlenmektir. Bunun yolu ekonomik, siyasi ve sosyal kalkınmadan geçer. Belki neticesini bu yazıyı okuyanların ömründe kolay kolay göremeyeceği ama bizler nasıl bugünleri göremeyen, bu toprakları bize armağan edenlere müteşekkir isek bizlerden sonraki jenerasyonların da bizler için hayır duaları etmelerine sebep olacak icraatlar yapılmak zorundadır.
Bakalım Türkiye’nin sanayi üreten, teknoloji üreten ilk 500 şirketine. Kaç tane şirketimiz yüksek teknoloji ürünü üretmekte? Bilim-teknik ve inovasyon alanında ne kadar ilerideyiz? Gerçek güce ulaşmak için icat, yenilik, AR-GE noktasında ne kadar verimliyiz? Çünkü bu bahsettiğim şeyler kısa vadede sonuç vermeyecek ama ülkenin bağışıklık sistemini güçlendirecek esas noktalar.
PISA sonuçları açıklandı. Türkiye 72 ülke içerisinde genel sıralamada 54’üncü, matematikte ve kendi dilinde okuyup anlamada ise 50’nci sırada… Bu neticelerle yetişen çocuklarımız ilerde ne kadar inovasyon, ne kadar icat, ne kadar girişimcilik yapacak? Ekonomiyi ne kadar kalkındıracak? Bağışıklık sistemini ne kadar güçlendirecek? Terör olayları sonrasındaki en kötü his bir çoğumuzun yaptığı gibi isyan edip çaresizce oturuyor olmak. Elden bir şey gelmediğini düşünmek. Bu çok acı bir his. Eğer bu hissi de, yaşanan olayları da kırmak istiyorsak, gerçekten lafta değil ciddi anlamda güçlenmek istiyorsak, Türkiye’nin A’dan Z’ye girişimci, gelişimci, yeniliğe açık bir eğitim reformuna ihtiyacı vardır. Kastım futbol taktiklerinden hallice 4+4+4, 5+3+3 tabirleri değil. Müfredata eklenmiş sadece bir iki ders de değil. Zamanı yakalayan, zamanı analiz edebilen ve bu analizleriyle ortaya vizyon koyabilen yeni nesiller yetiştirmek zaruri hale gelmiştir. Yaşadığımız durumların çözümü, ekonomik siyasi, ve sosyal anlamda güçlenmektir. Bunu yapabilmenin yolu bilim, inovasyon ve girişimciliktir. Bunun ise temeli, kalifiye bir eğitimdir.
Tekrar söylüyorum bunun meyvelerini belki bugün Türkiye nüfusunda hiçbirimiz göremeyeceğiz. Ama doğru temeller atıldığı takdirde nasıl bizler hayır duaları ile bizden öncekileri anıyorsak, bizden sonrakilerin de bizleri anması için büyük bir vatan hizmeti yapmış olacağız.
(HÜRRİYET)