1909 yılı, Nisan’nın 27. günü, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde, kırılma noktası denilebilecek çok önemli bir gün yaşanıyordu. 34’üncü padişah Sultan II. Abdülhamit Han, o gün tahttan indirilmiş, yerine kardeşi V. Mehmet Reşat geçirilmişti. Eski telgraf memuru, yeni dâhiliye nazırı 35 yaşındaki Talat Bey, İttihat ve Terakki Partisi’nin başı olarak Meclis’e tamamen hakimdi. Pek çok milletvekili ve senatörün tereddüt içinde bulunmasına rağmen Meclis’i tehdit ederek hal kararını aldırmıştı. Ülke yönetimini ele geçirme hırsıyla akılları örtülmüş bulunan İttihatçılar, 33 yıl tahtta kalmış bir padişaha “hal” kararının bildirilmesinde de büyük bir gaf yapmışlar, devletin şerefine ağır bir darbe indirmişlerdi. Aynı zamanda yeryüzündeki bütün Müslümanlar’ın halifesi unvanını da taşıyan padişaha “hal” kararını tebliğ için 275 kişilik meclisten seçtikleri dört kişilik heyete, biri Yahudi diğeri Ermeni iki gayrimüslim sokmuşlardı. İş, sandıklarından da kolay olmuştu. Eski padişahın, ağabeyi gibi ailesiyle Çırağan Sarayı’nda oturma isteğini reddetmişler, kendisini Selanik’e götürecekleri konusunda ısrarcı olmuşlardı. Onu öldürmeye cesaret edememişler, ancak İstanbul’da bulunmasını da tehlikeli görmüşlerdi. Osmanlı tarihinde ilk defa olarak, tahtından indirilen bir padişah İstanbul dışına yani Selanik’e gönderiliyordu. Eski Padişahı arabaya bindi. Padişah’ın karşısına iki Sultan Hanım oturdu. Yanına Şehzade Abdürrahim Efendiyi almıştı. Küçük oğlu Şehzade Abid Efendi her şeyden habersiz annesinin kucağında uyuyordu. Kırbaçlar şakladı. Arabalar karanlığa doğru hamle yaptılar. Serencebey Yokuşu’ndan rıhtıma inen yolun iki tarafında silahlı askerler, aralıklı olarak sıralanmışlardı. Rıhtıma varıp Karaköy’e yönelen arabalar, Sirkeci’ye vardığında 6 vagonlu katar hazır bekliyordu. İstasyonun müdüriyet bölümünde bekleyen Talat Paşa, Fethi Bey’e son talimatları da verdi. Selanik’e kadar hiç durulmadan yol alınacaktı. Nihayet tren hareket etti. Saatler, gece yarısından sonra biri gösteriyordu. Sultan II. Abdülhamit Han bütün memleketi demiryolları ile donatmıştı. İşte şimdi, bir Fransız şirketine yaptırdığı İstanbul-Selanik hattında kendisi sürgüne gidiyordu. Verilen talimat gereği Selanik’ten bir önceki Kılkış istasyonunda duruldu. Fethi Bey eski Padişah’ın vagonuna giderek, Alatini Köşkü’ne arabalarla gidileceğini arz etti. Vagondan inen eski padişah, bütün aile fertleri arabalara bininceye kadar ayakta bekledi, en son olarak baştaki arabaya bindi. Atlı askerlerin refakatinde, gece karanlığında yola düşüldü. Padişah ve ailesini taşıyan arabalar, Alatini Köşkü’nün havagazı lâmbalarıyla aydınlatılmış bahçesine girdiler. Eski hakan arabadan inmeden herkesin köşke girmesini bekledi. Küçük şehzade Abid Efendi kucağında idi. Fethi Bey arabadan inmeye hazırlandığını görünce yaklaştı ve “Müsaade buyurunuz şevketmeab…” diyerek şehzadeyi kucağına aldı. Köşkün merdivenlerini çıkarlarken Selanik’te yatsı ezanları okunmaya başladı. Sultan: “Aziz Allah celle şanüh…” dedi, dönerek eliyle dışarıdakileri selâmladı ve içeri girdi. Pencereleri tahta kepenklerle sıkı sıkıya kapalı köşkün kapıları da üstlerine kapanarak kilitlendi…Odalarda eşya yoktu. Alatini Köşkü, Selanik’te Yalılar semtinde, İtalyan uyruklu un tüccarı Yahudi Giorgio Alatini’ye ait dört katlı bir bina idi. En son kiracısı İtalyan Generali Robilan Paşa, Osmanlı Jandarma Teşkilatı’nı düzenlemek için getirtilmişti. Sultan ve ailesi, salonun ortasında ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı. Hepsi yorgun ve bitkindiler. Odalarda eşya yoktu. Salonun ortasında büyük bir masa ile iki koltuk vardı. Bu iki koltuğu el birliğiyle soldaki odaya sokup yan yana getirerek yaşlı Padişah’a dinlenmesi için hazırladılar. Uzun yolculuktan sonra ellerini yıkayacak su ve sabun yoktu. Yukarı katlara çıkacak mum yoktu. Musahip ağaların talebi üzerine Fethi Bey kovalarla su, sabun ve mum gönderdi. Yemek olarak gönderilen soğuk et, ekmek ve yoğurdun yanında çatal, kaşık ve bardak yoktu. Elleriyle yediler. Havlu bulunmadığı için yırttıkları bir gömleği bu iş için kullandılar. O sırada Fethi Bey bir otelden yorgan, yastık gibi şeyler bulup musahiplerle göndermişti. Çoğu kirli olan bu eşyadan en temizlerini seçip sultanın yatağını yaptılar. Koca köşkte bir tane bile halı, kilim bulunmadığından herkes yorganlara sarınıp kuru tahtaların üzerinde birer köşeye kıvrıldı. Yaşlı Sultan yatsı namazını kılıp koltuktan bozma yatağına uzanırken, 3,5 yıl kalacağı bu yerde geçecek hayatının nasıl olacağını anlamış bulunuyordu. Alatini köşkünde yalnız bir adam, 600 yıllık mazinin muhteşem günlerini düşünüyordu. Alatini Köşkü’nde Ulu bir Hakan tek bir mumun aydınlattığı odada için için ağlıyordu. Ama içine akan gözyaşları kendine değil de, ülkesinin içine düştüğü karanlığa akıyordu… Sonuç olarak; “Abdülhamit Han’ı ellerinde kaçırmamak için çabalayanlar; İmparatorluğun elde çıkmasını önleyemediler. Acı olan da bu idi!…
(Önce Vatan Gazetesi)